Saturday, September 29, 2012

İNSANIN HAYATTA KALMA SINIRLARI...

Çoğumuz insanın hangi koşullarda hayatta kalabileceği üzerine destansı hikâyeler duymuşuzdur. Fakat insanı bilinen gezegende deniz seviyesinden birkaç kilometre yukarısı ya da aşağısı dışında bir yere koyarsanız, birkaç dakikada yok olur. İnsan bedeni, evrenin neresinde olursa olsun, her ne kadar güçlü ve bütün zorlukların üstesinden gelebilir gibi görünse de sinir bozucu şekilde hassastır. 

Tipik bir insanın hayatta kalabileceği koşullar, yani “Ne kadar süre havasız, susuz ve aç kalabiliriz?” gibi soruların cevapları “üç koşul” kuralıyla hali hazırda bellidir (sırayla ortalama üç dakika, üç gün ve üç hafta şeklinde). Diğer koşullar daha spekülatiftir; çünkü insanlar bu sınırları nadiren test edebilmişlerdir. Örneğin ölmeden ne kadar uyanık kalabilirsiniz? Ne kadar yükseklikte nefesiniz kesilir? Vücudunuz parçalara ayrılmadan ne kadar hıza dayanabilir? Onlarca yıllık deneyler -kimi bilinçli kimi de tesadüf eseri- gerçek anlamda insanın sınırlarını öğrenmemizi sağladı.

Ne kadar süre uyanık kalabiliriz? 


Hava kuvvetleri pilotlarının üç ya da dört günlük uykusuzluktan sonra çılgına dönüp uykuya dalarak uçakları düşürdükleri bilinir. Gönüllü olarak en uzun süre uykusuz kalabilen insan ise 17 yaşındaki Randy Gardner oldu. 1965’te bir lise bilim fuarı için tam olarak 264 saat (yaklaşık 11 gün) uykuya dalmadan kaldı. 11. günde uykuya dalmadan önce adeta gözleri açık bir bitkiye dönmüştü. 

Fakat hangi noktada ölebilirdi? 

Gazeteler, Temmuz ayında 26 yaşındaki Çinli bir adamın 11 gün boyunca Avrupa Kupası’ndaki bütün oyunları izlemek için uykusuz kaldıktan sonra öldüğünü yazdı. Ama o, bu süre zarfında sürekli alkol alıp sigara içiyordu, dolayısıyla sadece uykusuz kaldığı için öldüğünü söylemek zor. Hiçbir insan sadece ve sadece uykusuzluktan ölmedi; bilim adamları da ahlaki bir deney olmadığı için laboratuar ortamında insanların uykusuzluktan ölme noktasını ölçemediler. Ama bunu fareler üzerinde denediler. 1999 yılında Chicago Üniversitesi’ndeki uyku araştırmacıları fareleri içi su dolu yuvarlak bir kaba koydular ve farelerin beyin dalgalarını bir bilgisayar programı yardımıyla kaydederek uykunun ilk belirtilerini yakalamaya çalıştılar. Fareler uykuya dalacakken, daire şeklinde olan kap dönmeye başlıyor, onların kabın kenarlarına çarpmasını sağlıyor ve onları suya düşmekle korkutuyordu. Fareler bu acınası halde iki hafta yaşayabildiler. Bu kemirgenlerin, yok olmadan önce, hiper-metabolizma belirtileri gösterdikleri, yani hiç hareket etmeden dahi çok hızlı kalori yakmaya başladıkları gözlendi. Hiper-metabolizma ise tamamen uykusuzlukla alakalı. 

Ne kadar radyasyon insanı öldürür? 


Radyasyon uzun vadeli tehlikelidir; çünkü DNA’da mutasyona yol açar, genetik kodlamayı hücrelerin kanserli bir şekilde yeniden üremesi şeklinde değiştirir. Peki, ne kadar radyasyon yavaş değil ani bir ölüme yol açar? Rensselaer Politeknik Üniversitesi Nükleer Mühendisi ve Radyasyon Güvenlik Uzmanı Peter Caracappa’ya göre, 5 ve 6 Sieverts (Sv) sadece birkaç dakika içinde daha önce birleşik olan bütün hücreleri parçalara ayırabiliyor: “Vücut sürekli hücreleri yenilediği için, radyasyonu kümülatif olarak alma süresi uzadıkça bu oran artacaktır.” 

Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, geçen Mart ayında Japon-ya’da nükleer felaket sonrası Fuku-shima’da çalışan işçiler saatte 0.4-1 Sv arasında bir radyasyona maruz kaldılar. Kısa vadede yaşıyor olsalar da bilim adamları kansere yakalanma risklerinin arttığını söyledi. 
Caracappa’ya göre, bir insan nükleer felaketleri ya da süpernovaları yaşamasa da, dünyada doğal bir şekilde (topraktaki uranyumdan, kozmik ışınlardan, tıbbi araçlardan) aldığımız radyasyon kansere yakalanma ihtimalimizi her yıl yüzde 0.025 arttırıyor. Bu insan hayatının sınırları için oldukça önemli bir oran. Caracappa, “Ortalama bir insan (…) 4000 yıldır her yıl artan bir ortalamada radyasyona maruz kalıyor; diğer etkilerin olmadığı bir ortamda, tamamen radyasyon kaynaklı kanserin artması söz konusu” diyor. Kısacası, nihayetinde tüm diğer hastalıkların üstesinden gelsek ve yaşlanmayı ortadan kaldıracak genetik geçişliliği sağlayabilsek bile 4000 yıl öncesinde olduğu gibi yaşamamız mümkün olmayacak.

İnsan vücudu parçalanmadan ne kadar hıza dayanabilir? 



Kaburga kemiği kalbimizi sıkı bir yumruktan korur; fakat bu pek de dayanıklı olmayan güvenceyi teknoloji çoktan kırıp geçmeyi mümkün kıldı (silahla örneğin). Peki, organlarımız ne kadar hıza ve baskıya dayanabilir? 

NASA ve askeri araştırmacılar bu soruyu yanıtlamak için bazı adımlar attılar (bir astronotun kalkış esnasında hızdan parçalanmasını kimse istemez). Yanal parçalanma -sarsıntıdan kaynaklı- uygulanan gücün asimetrisinden kaynaklanabilir. Popular Science dergisinde yakın zamanda yayınlandığı gibi, 14 Gs yanal hıza maruz kalmak vücuttaki organların yer değiştirmesine sebep olabiliyor. Düşey hız ise, bütün kanı ayaklara topluyor. 4 ila 8 arası Gs sizi tamamen kilitliyor. (1 G hız normal yerçekimi kuvvetine eşit oysa 14 Gs hız bir gezegeni 14 kat aşağı çekebilir.) Yukarıdan ya da aşağıdan uygulanan kuvvet vücuda en çok etki edenler; çünkü kafayı ve kalbi aynı anda vurabiliyor. 1940 ve 50’lerde insan eliyle yapılan askeri deneylerde bir roket Edwards Hava Kuvvetlerinden kalkıp ve aynı yere iniş yaparken 45 Gs kuvvetiyle yavaşlayıp -diğer bir deyişle 45 Dünya büyüklüğünde yerçekimi kuvvetine eşit bir kuvvetle yavaşlayıp- bunu konuşabilecek kadar yaşayabileceğimizi gösterdi. Bu orana göre saatte 630 mil/saatten 0 mil/saate yavaşlamak parçalara dönüşmemiz için yeterli. Araştırmacılara göre 50 Gs hızıyla insan adeta bir poşete dönüşebiliyor. 

Ne ölçüde hava değişimine dayanabiliriz?

Hava değişimlerine, iklim değişimlerine, sıcaklığa ve oksijen basıncına dayanıklılık kişiden kişiye değişiyor. Hayatta kalabilme ihtimali hava değişiminin ne kadar sürede yaşandığıyla da oldukça alakalı; çünkü vücut bu hava değişimine ne kadar uzun sürede geçtiyse o kadar alışarak ve oksijen tüketimini ayarlayarak uyum sağlayabiliyor. Fakat yine de hava değişimi ve insanın ne kadar hızda bu değişime ayak uyduramayacağı üzerine kırılma noktaları tespit edilebilir. 

Birçok insan 10 dakikalık yüksek nem ve 140 Fahrenheit (60 Co) sıcaklıkta hipertemi aşamasına geliyor. Soğuktan ölmenin ise limitini belirlemek daha zor. İnsan vücudu, sıcaklığı 21 Co‘ye düşünce iflas ediyor; fakat vücut ısısının bu sıcaklığa düşmesi o insanın soğuğa ne kadar dayanıklı olmasıyla ve hibernasyona ne kadar sürede geçmesiyle da alakalı. 

İnsan yaşamının sınırları, değişimlerin uzun vadeli yaşanmasıyla artabilir. NASA’nın 1958 tarihli raporuna göre insanlar 4 ila 35 Co arasında yaşayabiliyor. Elbette bu 35 Co sıcaklık yüzde 50 nem oranından fazla değilse. Daha sıcak havada yaşama şansı nem azaldıkça artıyor; zira nem olmadığı zaman insan vücudu terleyerek kendini serin tutabiliyor. 

Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz, astronotların kasklarını çıkardığında aniden gerçekleşen ölüm bir gerçek. Atmosfer basıncında hava yüzde 21 oksijen içerir. Bu oran yüzde 11’e düşerse anoksiden ölürüz. Fazla oksijen de ciğerlerde iltihaplanmaya yol açarak birkaç gün içinde ölüme yol açar. 

Havadaki basınç yüzde 57’nin altına indiğinde ölürüz (yani yaklaşık 4572 metrede). Fakat dağcılar daha fazlasına dayanabilir; çünkü ciğerleri zamanla alçak basınca daha dayanıklı hale gelmiştir. Yine de 7925 metreden yüksek bir yerde oksijen tüpü olmadan kimsenin hayatta kalması mümkün değildir.

Hazırlayan: Yaşamın Kökeni (Yeditepe Üniversitesi Biyoloji Ana Bilim dalı)

Kaynak: “What Are the Limits of Human Survival?”, http://www.lifeslittlemysteries.com/2757-limits-human-survival.html

(http://www.facebook.com/photo.php?fbid=413137928751189&set=a.351347111596938.79578.334754999922816&type=1 kaynağından alınmıştır)

0 yorum :

Post a Comment